SON DAKİKA

Cumartesi, Kasım 2, 2024
Kültür & SanatMagazinManşetÜst Manşet

Ebru Şahin yeni projelerinin de müjdesini veriyor

Ebru Şahin yeni projelerinin de müjdesini veriyor

Ebru Şahin yeni projelerinin de müjdesini veriyor

 

Güne erken başladığı, sakinlikte kendisiyle ya da sevdikleriyle olduğu, üretebildiği bir günü huzur olarak tanımlayan, “Hercai” ve “Destan” dizilerinin başrolü Ebru Şahin, tiyatro ve dallarıyla uğraşıp oyuncu olmak istediğini, aslında küçükken her ekran başına geçtiğinde hissettiğini belirtiyor. Sporu yalnızca fizik iyileşmesi için değil, aslında zihne sağladığı faydaları sebebiyle de sevdiğini anlatan başarılı oyuncu, güzel sesiyle de kendisine hayran bırakıyor… Ebru Şahin, hakkında merak edilenleri MAG Okurlarıyla paylaşırken yeni projelerinin de müjdesini veriyor.

 

 

Azminiz ve yeteneğinizle izleyenleri büyülüyorsunuz. Peki, oyuncu olmaya nasıl ve ne zaman karar vermiştiniz? Bu kararınızda etkili olan birileri ya da bir anı var mı?

Oyuncu olmayı çok küçük yaşlarımdan beri istiyordum. Tiyatro ve diğer alanlarla uğraşıp iyi bir oyuncu olmak hep hayallerimde vardı. Üniversitedeki son senemde, ileride keşke deneseydim diye bir hayat pişmanlığı yaşamak, kendini gerçekleştirmeden bir ömür geçirmek düşüncesi beni korkuttu ve adım atabilecek motivasyonu da bu sorgulamayla bulabildim. Bir şeye karar ve gönül verdiğiniz zaman pür bir şekilde ilerlemesi de enerjiyi az ve doğru yere aktarmayla ilgili sanırım. Bir karar oluşma anı verebilirim diyemem, çünkü ne zaman kendimi bir şey izlerken hatırlasam hep o rol olurdum hayalimde.

Oyunculuğun yanında başka hangi sanat dallarıyla ilgileniyorsunuz?

 

 

Müziği çok seviyorum, şarkı söylüyorum ama enstrümanda da gelişmek ve söylemekle çalmayı birleştirmek istediğim için enstrüman dersleri alıyorum. Bazen sadece karalama yapmak da rahatlatıyor, resim yapmayı da biraz daha boş vakit bulduğumda ilerletmek istiyorum.

Çok duru bir sesiniz var. Şarkı söylerken neler hissediyorsunuz?

Öncelikle teşekkür ederim böyle düşünmenize. Müzik, bir enstrüman çalmak ya da şarkı söylemek; insanın duygularını, ritimle, sesle dışarı atması, iç ritmini özgürleştirmesi için inanılmaz bir şans bence. Lisede güzel sanatlara hazırlanırken kısa bir dönem şan eğitimi almıştım. Sonrası; arkadaş çevresinde söylemekten, oynadığım dizilerin şarkılarını seslendirmeye evrildi. Bu da benim için ayrı bir keyif. Oyuncu olarak var olduğun bir sahnenin arkasında o karaktere, o işe müzikle de eşlik edebilmenin tamamlayıcı bir tatmin hissi olduğunu düşünüyorum.

 

 

Özel hayatınızda da çevreniz sizden şarkı söylemenizi istiyor mu, ya da örneğin; eşiniz Cedi Bey’e söylüyor musunuz?

Bazen arkadaş toplanmalarında, tek başıma ya da yakınlarımla; melankoli ve şarkılarda geçen başka duygulara, olaylara üzülmenin sonucunda, onları sahiplenerek içli içli şarkılar söyleyip karaoke yaptığımız oluyor. Cedi’nin sevdiği birkaç şarkıyı da o istediğinde, bazen de ona uyan bir şarkı fark ettiğimde ona söylüyorum. Biriyle bir şarkıyı paylaşmak, birlikte söylemek de beni çok mutlu ediyor.

Huzurlu bir günün tanımını yapacak olsanız neler söylerdiniz?

Huzurlu bir gün, huzurlu bir zihin olmasına bağlı benim için. Kafanızdaki düşünceler, yakın çevrenizdeki durumlar, toplayamadığınız ya da ertelediğiniz, kaçmak için başka şeye sarıldığınız  her şey en huzurlu günün içinde bile sadece fiziksel olarak bulunmamıza yarar gibi. O yüzden en azından kafamdakiler için bir yol haritası çıkarabildiğim, gün doğumundaki dinginliğe şahit olduğum, erken başlamış, sakin, doğada ve kimsenin olmadığı sessiz bir kumsalda kendimle, Cedi’yle veya dostlarımla muhteşem bir gün batımı eşliğinde, ufak da olsa bir şeyler hakkında düşünebilmiş, fikir üretebilmiş, dinleyebilmiş, yazabilmiş ya da söyleyebilmişsem benim için huzurlu bir gün olur.

Peki, setin olmadığı bir gün içinde neler yapıyorsunuz?

Setimin olmadığı o tek boş güne bütün işlerimi sığdırmak için müthiş bir çaba harcıyorum. Eğer yapmak zorunda olduğum bir iş yoksa, güne erken başlayıp sporumu yaparım. Evde vakit geçirmeyi seviyorum; biraz nostaljik ve yalnız takılmayı, özellikle zihnen dinlenmeyi, kendimle kalmayı, hobilerimle ilgilenmeyi seviyorum aslında ama arkadaşlarımı, ailemi göremediysem onlara da mutlaka vakit ayırırım.

Türk izleyicisi hakkında neler düşünüyorsunuz?

Türkiye’de çok etkin ve aktif bir izleyici kitlesi var. Gerçekten ikna olmak istiyor, dinamikleri çok iyi takip ediyor ve bir kesim de aynı zamanda gerçekten çok iyi analiz yapabiliyor. Bu da sektörü bazen iyi bazen kötü anlamda zorlayabiliyor gelişim noktasında. Bilmiyorum belki pandemiden sonra oldu belki hep böyleydi ama artık verileni hayal etmek o hikâyeyi almaktan ziyade kendi hayalini, isteklerini ekranda görmek istiyor çoğu insan.  Genel olarak Türk izleyicisi için tutkulu, detaycı, sahiplenen, drama yatkın ve hayatın içinde de seninle iletişime çok açık ve sektörün her dinamiğinde ayrı bir etkiye sahip diyebilirim.

“Hercai” dizisi ile isminizi daha geniş kitlelere duyurmuştunuz. Diziye dair duygularınızdan biraz bahseder misiniz?

 

 

 

Hercai benim için çok tılsımlı bir iş ve tecrübeydi. Orada anlatılan ve gerçekliğine ne yazık ki şahit olmak zorunda kaldığımız, öğrendiğimiz hayatlar üzerinden bir umut ve evrilme hikâyesi işledik. Reyyan; belli bir kesimde maalesef yaşanan gerçeklerimize ve baskılara rağmen, hem kendi kabuğunu hem ailenin ördüğü kozayı kıran ve dışarı çıkmak için mücadele veren, her kötüde iyi arayan ama toz pembe olmadığının da farkında olan biriydi. O dönem, benzer hikâyelerdeki insanlarla tanışmak çok farklı bir histi. Senaryolar değişir, karakterler değişir, çok kötü gelir, çok iyi gelir; bunlar her işte olan şeyler ama temelde “Hercai”nin, doğrusu ve yanlışıyla, ülkemizde ve yurt dışında bu kadar farklı kesim ve kültürden insana bir yerden de olsa dokunmuş olması benim için çok özel. Eşsiz bir coğrafyada, mozaiğin içinde büyüyüp geliştiğim bir üç yıldı Hercai.

“Destan” dizisinde kılıç kullanıp at binmiştiniz ve pek çoklarınca en iyi at binen oyuncu olarak tanımlandınız. Daha önceden at binme üzerine eğitiminiz ya da deneyiminiz var mıydı?

Bana ilk defa at bineceksin dediklerinde Mardin’e gitmemize birkaç gün vardı ve karakterin çok iyi at binmesi gerektiği söylendi. Bu kadar az vakit kala böyle bir bilgi gelince insan stres oluyor tabii; ama sanıyorum ki, hayvanları sevmemin yanında özellikle bayıldığım birkaç hayvandan biri olan atla tanışınca, o hissi bir kez aldım, ardından cesaret ve güven geldi. Normalde yirmi ders civarı bir öğrenim görüp o seviyeye gelmem gerekirken, dört ders gibi bir sürede en azından temeline hâkim olmaya çalışıp, eğitim veren insanların söylemlerinden de aldığım cesaretle kendimi yolda geliştirdim diyebilirim. Tabii bunda atları ve at binme hissini çok sevmem de etkili oldu. Bu süreçte atlarla olan bağım, daha sonra oynadığım “Destan” dizisinde savaşçı bir Türk kızı rolüne de güzel bir giriş oldu. İyi bir ahenk yakalayınca üzerine kılıç, ok ya da başka aksiyonlar eklemek zor olsa da daha zevkli bir hâl aldı benim için.

 

 

 

Spor Bilimleri Fakültesi mezunusunuz. Geçmişte hangi spor dallarıyla ilgilenmiştiniz, şimdi neler yapıyorsunuz?

Üniversiteye girene kadar kısa ve uzun mesafe koşuyordum. Aslında okulda da şansım olduğu için o dönem yeni yaratılmaya çalışılanlar dâhil birçok spor türü denedim. Hâlâ da denemeye fırsat buldukça yapmaya çalışıyorum. Koşu dışında binicilik, basketbol, tenis, okçuluk ve futbol en çok ilgilendiğim branşlardan.

Duru bir güzelliğiniz ve muhteşem bir fiziğiniz var. Bu şekilde kalabilmek için neler yapıyorsunuz? Rutinlerinizi biraz anlatır mısınız?

Çok teşekkür ederim. Bakım ve temizlik benim için çok önemli. Cildime az ve etkili ürünler kullanmaya, cilt bakımı delisi olarak boşluklarımda düzenli gitmeye çalışıyorum. Fazla makyajı sevmiyorum; yılda iki üç kez PRP gibi doğal içerikli takviyeler yapmaya, cildi kaliteli tutmaya çalışıyorum açıkçası. Spor da çocukluğumdan beri hayatımın bir parçası olduğu için sanırım fiziğimi de doğal etkenler dışında ona borçluyum.

Her sabah işten önce tam bir programa vaktim yoksa, kısa da olsa hareket etmeye çalışırım, güne daha iyi hazırladığına inanıyorum. Sporun, hareket etmenin hayatımızda inanılmaz büyük bir yeri ve etkisi olduğunu düşünüyorum. Fizikselin dışında ben aslında mental sağlığım için daha faydalı buluyorum. Şekil bunun yanında geliyor zaten ama sporun size verdiği mutluluk, öz güven, daha sakin bir zihin ve enerji, fiziksel faydalarının yanında benim için çok daha önemli. Spora sadece zayıflamak ve kas yapmak olarak bakılmasına, bedenler üzerinden sürekli çevrede, sosyal medyada fikirlere maruz kalınmasına, giderek daha korkunç bir hâl alan şekilciliğe sıcak bakamıyorum ve bu spor algısını da doğru bulmuyorum açıkçası. Bence bir bütün olmalı; en önemlisi de bunu önce kendimiz için yapmalıyız. Başka toplumlarda insanların -tabii ki herkesin değil ama büyük bir kısmın- bedeniyle ne kadar barışık ve öz güvenli olduğunu, kıyafetlerini başkalarının yargılarına göre seçmemeyi başardıklarını görüyoruz. Bizdeki her zaman en iyi hâlimizde olma ve hep görece “fit” kalma hâli, hem kadın hem erkekte çok büyük baskı oluşturuyor bence. Artık bu kadar çok spor yapan insan olmasına “spor kültürü oluşuyor” diye sevinirken, diğer yandan bedenler üzerinden şekilcilik ve tek tipleşme, yargılama kültürü oluştu gibi geliyor bana bazen.

  

Ufukta yeni projeler var mı? Sizi nerelerde izleyeceğiz?

Şu an dijital platformlarda yayına girecek olan “Centilmen” filmi ve “Prens” dizisi var.  Televizyona hazırlanan işler için de okumalar yapıyorum, içime sinen anlamlı bir şey bulursam onu da gözden geçireceğim.

Okunma Sayısı: 244

İlgili Haberler